Türk edebiyatını yükselen yıldızlardan biri olan Canan Tan artık her kitabı ile çok satanlar listesine giren ve adından oldukça söz ettiren yazarlardan bir tanesi. Edebiyat kariyerinde yavaş fakat emin adımlar ile ilerleyen Canan Tan Piraye adlı eseri ile bir anda Türkiye’nin tanıdığını bir yazar oldu. Daha sonra Eroinle Dans, İz ve Issız Erkekler Korosu gibi güzel eserlere imza atan ünlü yazar son olarak Hasret isimli kitabı ile de en çok satanlar listesinde yerini aldı.
Canan Tan Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunudur. Kendisi değişik edebiyat türlerindeki yarışmalarda birçok derece ve ödül aldı. Yeni Asır (İzmir) Gazetesi'nde köşe yazarlığı yaptı. Milliyet Pazar'da, güncel olayları esprili bir dille yorumlayan yazıları yayımlayan Tan, Mimoza dergisinde Çuvaldız, Kazete adlı kadın gazetesinde Kazete-Mazete adlı köşelerde yazılar yazdı. On tane kitabı basılan yazarın kitaplarından, üç tanesinin üçüncü, altı tanesinin de ikinci baskısı yapıldı.
Canan Tan Kitapları / Romanları:
PirayeEroinle dansEn Son Yürekler ÖlürAşkın Sanal HalleriSöylenmemiş ŞarkılarÇikolata Kaplı HüzünlerYüreğim Seni Çok SevdiSokaklardan Bir AliİzIssız Erkekler KorosuHasretPembe ve Yusuf - 2014PİRAYE
Canan Tan’ın en iyi kitaplarından bir tanesi olan Piraye adını Türk edebiyat dünyasının usta ismi Nazım Hikmet’in eşinden almıştır.
Romanda Piraye ismindeki genç bir kızın biyografisi hayat hikayesi olarak sunulmaktadır. Aile içnide yaşadıklarıü okul hayatındaki zorluklar, ilk aşk deneyimleri, evliliğe giden bir serüven ve evlilik sonrası yaşanan dram.
Piraye her genç kızın okuması gereken mükemmel bir hayat dersi kitabı diyebiliriz.
Piraye Dişçi bir babanın en küçük kızıdır. Babası tam bir Nazım Hikmet hayranıdır ve o yüzden iki kızının adını ayrı ayrı olarak Nazım Hikmet’in eşi olan Hatice Piraye’den esinlenerek Hatice ve Piraye koymuştur. Piraye’nin ablası erken yaşta evlenince babasının dişçi muayenesini bırakabileceği tek kişi Piraye kalmıştır. Piraye ise her zaman tiyatro ve edebiyat okumak istemiştir fakat babasını kıramamış ve dişçilik okumaya karar vermiştir.
Piraye Marmara Üniversitesi Dişçilik bölümünü kazanır. Okulun ilk gününde karşısına kolejden arkadaşı olan Esin çıkar. İkili bu karşılaşmadan sonra okul hayatı boyunca iyi arkadaş olarak devam ederler.
Piraye çok güzel bir kızdır ve bu yüzden erkekler onun peşini bırakmazlar. Fakat Piraye ablasının durumunu gördükçe erkekler konusunda hep mesafeli olur. Ablası genç yaşta evlenmiş ve iki çocuğu olmuştur. Fakat eşi ile hiç mutlu değildir ve eşi onu sürekli aldatmaktadır. Bu yüzden ablası eşi ile sürekli kavga edip babasının evine gelir. Piraye de bunu gördükçe kendi ayakları üzerinde durmadan aşk ve evlilik konusuna mesafeli olmaya karar verir.
Piraye’nin karşısına bir gün Haşim çıkar. Haşim Diyarbakırlıdır ve bir aşirete bağlıdır. Kendisi bir anlamda Ağa’dır. O da dişçilik okumaktadır ve ilk tanışmada Piraye’yi oldukça etkilemiştir. Piraye aşk konusundaki mantığını onun ile kaybetmeye başlar ve ikilinin aşkı çok hızlı ilerler. Haşim çok geçmeden Piraye’ye evlenme teklif eder ve Piraye de bu teklifi kabul eder. Fakat okulları devam ettiği için evlilik şimdilik sözde kalır. Haşim mezun olup askere gidecektir, Piraye de bu zaman diliminde okulunu bitirecektir.
Her şey planlandığı gibi gider. Haşim askere gider ve askerliğini tamamlar. Bu sırada Piraye de okulunu bitirir. Haşim kısa süreliğine diye Diyarbakır’a gider fakat bir türlü dönmek bilmez. Bu Piraye’yi rahatsız ve sonunda Haşim’in Diyarbakır’da dişçi muayenesi açmayı planladığı öğrenir. Piraye asla Diyarbakır’da yaşamayacağını belirterek evlilik kararını bozmaya karar verir. Fakat Haşim ailesinin zorladığını en azından Diyarbakır’a gelip muayeneyi görmesini ister. Fikri değişmez ise İstanbul’a dönmekte özgürdür.
Piraye bunun üzerine Diyarbakır’a gider ve muayeneyi ve şehri çok beğenir. Fikrini değiştirir ve Haşim ile evlenip Diyarbakır’a yerleşmeye karar verir.
Evlilik sonrası Piraye’nin hayatı tamamen değişir. Evlilik sonrası hem Haşim değişir hem de Haşim’in ailesinin gelenek baskıları artar. Haşim Piraye’yi gereğinden fazla kıskanır ve sırf erkek birini muayene ettiği için Piraye’yi döver. Ailesi ile erkek çocuk istemektedirler fakat Piraye bunu istemez. Fakat sonunda Piraye hamile kalır ama bu kez de çocuk kız olur. Bunun üzerine aile Piraye’ye karşı daha da soğuk davranırlar ve üzerine kuma getirme planları yaparlar.
Çok bunalan Piraye kızını da alıp İstanbul’a gider. Bu sırada Haşim’in ailesi de üzerine kuma getirir ve Haşim’in ondan bir çocuğu olur fakat çocuk sakat doğar. Piraye’nin babasının sağlık durumu da kötüleşir ve vefat eder. Bunun üzerine babasının muayenesini Piraye devralır. Haşim Piraye’yi geri kazanmak için İstanbul’a gelir fakat Piraye dönmeyeceği söyler. Haşim bu sırada Piraye’nin yeniden hamile kaldığını fark eder. Fakat Piraye Haşim’i babalıktan da reddeder ve onu yalnız bırakmasını ister. Haşim de son istek olarak çocuğun adını Haşim koymasını ister ve Diyarbakır’a geri döner.
Piraye’nin sonunda erkek bir çocuğu olur. Piraye Diyarbakır’dan da acı haberi alır. Haşim öldürülmüştür. Buna çok üzülen Piraye çocuğunun adını Haşim koyar.
EROİNLE DANS
“Eroin konusunda, bilimsel ya da günlük tarzında, pek çok kitap yazıldı. Türk ya da yabancı, günlük tutan eroin bağımlıları, anılarını paylaştılar okurlarla. Bulanık kafalarıyla, edebi kaygı gütmeden, bulutların üzerindeki serüvenlerini anlattılar.
Gerçek anlamda bir “eroin romanı” yazmak isteyişim bundan,” diyor Canan Tan.
“Beyinlerin damağında edebiyat tadını duyarak da okunabilmeliydi eroinin hikayesi... Romandaki karakterlerin hepsi hayal ürünü. Ama yaşadıkları öylesine gerçek ki... Eylül’ü, Dünya’yı ya da Alev’i değilse bile Ayşeleri, Zeynepleri, Özgeleri bulabilirsiniz yakın çevrenizde...”
Eroinle Dans, yalnızca bir eroin öyküsü değil. Sigara ve içkiyle başlayıp esrar, kokain, sakinleştirici ya da uyarıcı haplarla süren, uzun, upuzun bir yolun son noktası eroin.
Merak, macera arayışı, çarpık ilişkilerin yaşandığı arkadaş çevreleri, rastlantı sonucu içinde bulunulan topluluğa uyum çabaları, bu konulara en uzak duran kişileri bile nasıl da içine çekebiliyor. romanın iki kahramanı Eylül ve Dünya’nın başına gelenler de bunlardan farklı değil.
Eylül, ailesinin biricik prensesi; el bebek gül bebek büyütülmüş en iyi okullarda okutulmuş pırıl pırıl bir genç kız. Yolundan sapmasını haklı çıkaracak hiçbir dayanağı yok. Ancak, çok güçlü arkadaşlık ve dostluk bağları bazen bataklığa sürükleyebiliyor insanları. Eroinle Dans, hem güçlü bir arkadaşlığı, hem de böylesine güçlü bir arkadaşlığın sonuçlarını anlatıyor.
EN SON YÜREKLER ÖLÜR
Hatırlanmayan bir kaza anı, ortaya saçılmış kanlardan oluşan kapkara bir pıhtı... Kazayı çağrıştıran tek şey ise arabaları, karşı yönden gelirken birden bire şerit değiştiren kamyonun altında kaldığı kare. Önce trafik ekipleri ardından ambulans kaza yerine akın etmişler. Belli bir süre öncesine kadar dingin, sakin, ıssız bir şehirler arası, Kuşadası-İzmir yolunun Seferihisar kavşağı bir anda ana baba gününe dönmüş. Kasası meyve sebze yüklü olan kamyonun sol tarafına adeta bir ok misali saplanan kıpkırmızı, son model spor arabadan tanınamayacak halde çıkarmışlar, genç kadınla erkeği. Ardından boyunluklar takılmış sedyelerle beraber iki ayrı ambulansa alınmışlar.
"Bilinci kapalı, nabzı zayıf..."
"Tansiyon düşüyor, hasta şokta..."
"Ameliyathane hazırlansın. İki ağır hastamız var..." diye konuşmalar geçmiş sağlıkçıların arasında. Bütün bunlar olurken kamyon şoförü ise zıpkın gibi ayaktaymış. Kendini kurtarmak istercesine "İki gündür uyumamıştım abi." diye ifade veriyormuş polise. Gazeteciler ise olayın fotoğraflarını çekmeye uğraşıyorlarmış. Sonuçta ertesi günün haberi bu olay olacakmış.
Nurcan, Hilmi ve Halil Sezen'in üçüncü kuşaktan akrabası olan Deniz Sezen'in asistanı Yelda Hanım'dan Nehir için 17.30'a bir randevu almış. Bunu hemen Nehir'e haber vermiş. Nehir ise bundan pek memnun olmayıp kafasında bir sürü düşünce gezdirmiş.
Nehir, zamanı gelince randevu yerine gitmiş. On altıncı kata çıkmış. İçeri girmiş. Bir de karşısında ne görsün? Deniz Sezen, kadın değil de erkekmiş. Sersemliğini üzerinden atmış olmalı ki konuşmaya başlamışlar. Nehir konuştukça Deniz Sezen onu hayranlıkla dinliyormuş. Maketin diğer bölümüne geçmişler ve oranın üzerine konuşmaya başlamışlar.
Konuşmaları görkemli kırk bir tane konak üzerine devam ederken Deniz Sezen başlamış konuşmaya. Bir Nehir, bir Deniz derken art arda konuşmayı sürdürmüşler. Fakat anlaşamayıp Nehir oradan ayrılmış. Nevzat Bey'e haber vermek için ertesi günü bekleyemeyip arabayı kenara çekmiş telefonu ile aramış. Olan biten her şeyi anlatmış. Nevzat Bey de, Nehir'i tanıdığından olayı hiç üstelememiş.
İşte Deniz ile Nehir böyle tanışmışlar.
Gecenin karanlığını yırtan bir telefon sesi ile fırlamış Nehir'in ablası Nevin. Arayan kocasıymış. Nehir ile Deniz'in kaza geçirmiş olduklarını ve hastaneye kaldırılmış olduğunu söylemiş. Kendini ayakta zor tutan Nevin koltuğa bırakıvermiş kendini. Nevin'in kocası Ali gelip Nevin'i almış. Onlar hastaneye giderken Nehir ameliyattan yeni çıkmış hâlâ narkozun etkisinde kafasında olan bitenleri birleştirmeye çalışmış ama becerememiş. Nehir ile Nevin'in annesi Nehir'in doğumunda fazla kan kaybından ölmüş. Babası da bir zaman sonra onları terk edip Amerika'ya gitmiş ve böylelikle Nehir'in tüm yükü ablası Nevin'in üzerine kalmış. Nevin ise büyüyüp evlenme çağına gelmiş. Görücü usülü Ali adında kafa dengi bir gençle evlenmiş. Ali ile Nevin'in hiç çocukları olmamış. Onlar da Nehir'i kendi çocukları gibi büyütmüşler.
Nehir, tekrar uykuya dalmış ve tam bu sırada ablası ve eniştesi gelmiş. Hemen doktora durumunu sormuşlar. Doktor da "Hastamız gayet iyi. Hayati tehlikesi yok. Sağ bacağında kırık olduğundan palet takıldı." demiş. Ardından Ali, Deniz'in durumunu sormuş. Fakat doktor bir şey söyleyip söylememe arasında kararsız kalmış ama orta yolu bulup "Henüz ameliyatta. Arkadaşlarımız onun için elinden geleni yapıyorlar." demiş. Ablası ve eniştesi hemen Nehir'in yanına gitmişler. Yavaş yavaş tekrar kendine geliyormuş. Nehir kendine gelirken içeri bir hemşire girmiş ve Deniz'in ameliyattan çıktığını söylemiş. Ali ve Nevin birden ayaklanmışlar. Ali, Nevin'i geri yerine oturtmuş ve kendi gitmiş Deniz'in doktorunun yanına. Bir on beş dakika sonra Ali, Deniz'in doktorunun yanından gelmiş. Nehir gözlerini açmış ve yavaşça konuşmaya başlamış. Ardından Deniz'i sormuş. Öldü mü diye merak etmiş. Onlara soruyor "Öldü mü yoksa?" ablası da "Merak etme yaşıyor ama komada." "Ne?" diye bir kez daha haykırmış Nehir ve cılızlanan sesi ile beraber, sayıklayarak tekrar uyumuş.
Açıkça belirtilmemiş olsa da Deniz Sezen ölmüştü. Nehir, bir daha yalnız kalmıştı. Sıra gelmiş Sezen ailesinden Nehir'e kalan mirasa. O gün ablası Nevin,Nehir'in evine konuşmaya gitmiş. Ablası mirası ne yapacağını sormuş. Nehir ise "Artık Sezen ailesinden gelen hiçbir şeyi kabul edemem." demiş." O mirası istemediğimi ailesine de bildireceğim." dedikten sonra miras meselesi de böylelikle kapanmış.
Deniz'in ölümünden zaman geçmiş olmalı ki Nehir'in hayatına yeni biri girmiş. Arda adında bir gençmiş. Bir süre sonra Arda, Nehir'i mutlu etmek için ve beraber vakit geçirmek için Nehir'i kendi doğum günü partisine davet etmiş. Fakat Nehir "Kusura bakma Arda. Henüz bu tür kalabalıklara girmeye hazır değilim." demiş. Daveti reddetmiş. Arda ise bunun peşini bırakmamış. Konuşmaya devam etmiş. "Kalabalık olmayacak. Sadece sen ve ben." demiş. Fakat Nehir hâlâ gitmemekte diretiyormuş. Arda ise "Bu gece düşün taşın, yarın sabah tekrar arayacağım." demiş ve telefonu kapatmış. Nehir ise cevabı kesin bir şekilde yatmış, uyumuş.
Sabah kalktığında ise hazırlanmış ve bekliyormuş. Telefon çalmış. Arayan Ardaymış. Arda "Geliyor musun?" demiş. Nehir'de "Evet,geliyorum." diye karşılık vermiş. Akşam programı belli olmuş. İş çıkışı Arda gelip Nehir'i alacakmış. Trabya'ya gideceklermiş iki kişilik doğum günü partisi için. Akşam olmuş. Trabya'ya gitmişler ve Arda ile Nehir konuşmaya başlamışlar. Konuşma devam ederken Nehir, Arda'ya "Arda hani sen 'Deniz'in bir parçasını taşıyorum',demiştin." demiş ve Arda söze girmiş. "Evet?" demiş. Nehir devam etmiş. "Deniz'in bir diğer parçası da bende yaşıyor Arda! Onun bebeğini taşıyorum.Ben hamileyim." demiş. Arda şaşırmış ve " Senin adına sevindim." demiş.
Ne yazık ki ablası Nevin, Arda kadar anlayışla karşılamamış. Nehir olan biteni heyecan ile anlatırken Nevin, Nehir'in suratına bir balyoz gibi inecek o soruyu sormuş. "Doğuracak mısın o çocuğu?" demiş. Nehir önce bir sersemleşmiş ve ardından "Ne diyorsun sen abla? Ne dediğinin farkında mısın?" diye çıkışmış. Konuşma böylece sonlanmış.
Doğuma iki hafta kala Nehir'in şirkette çalışan arkadaşları bebek için sürpriz bir parti düzenlemişler. İki haftayı evde dinlenerek geçiren Nehir son bir hafta kala sancıları artmış ve apar topar hastaneye götürmüşler. Hemen doğuma alınmış ve bir erkek çocuğu dünyaya getirmiş. Çocuğunun adını ise 'Derin' koymuş. Derin'in doğumundan uzunca bir süre geçmiş. Bir gün Arda'nın mezuniyet balosunda Arda, Nehir'e onu ne kadar çok sevdiğini söylemiş ve evlenme teklifi etmiş. Fakat Nehir kabul edememiş.
SÖYLENMEMİŞ ŞARKILAR
Kördü kadın, göremedi. Beriki dilsiz! Dillendiremedi yüreğindeki talanı... İkisi... El ele... Göremediklerini, Dillendiremediklerini Sonsuza dek suskunluğa mahkûm ettiler. Geriye yalnızca, SÖYLENMEMİŞ ŞARKILAR'ı kaldı...
ÇİKOLATA KAPLI HÜZÜNLER
Tam on dört kadın! Ve onların birbirinden ilginç, birbirinden çarpıcı öyküleri...
Hüzünlerini çikolata ile tatlandıran...
Enginden, günün minesiyle beraber solan...
Yeşilin tonlarıyla özdeşleşmiş...
Özgürlüğün en uç noktalarını pervasızca zorlayan...
Ana-baba-koca üçgeninde, korkularıyla baş başa...
Yitirilenin ardından "keşke"lerle boğuşan...
Yaşanmışların sıcağını küllerin grisine gömen...
Yüreciği gurbetteki canlarıyla atan...
Yaşamındaki tüm erkeklerle, tek tek, keyifle hesaplaşan...
Dişiliği acımasızca sorgulanan...
Törelerin kıskacında, bir "akrep"e tutsak olmuş...
Sevda uğruna eyleme karışmış...
Ellerine, kollarına zincirler dolanmış; aşağılanan, ezilen, dayakla bütünleşmiş...Ana-kız kısır döngüsünde paramparça...
YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ
Canan Tan’ın en beğenilen romanlarından biri olan Yüreğim Seni Çok Sevdi kitabında Aslı ile Murat’ ın duygusal aşk hikayesi anlatılıyor.
Aslı İstanbul Teknik Üniversitesinde İşletme okuyan kendi halinde bir kızdır. Arkadaşları ile zaman geçirirken kendisi gibi İTÜ’de öğrenci olan Murat ile tanışır. Murat, Aslı’nın yakın arkadaşı olan Emre’nin arkadaşıdır ve varlıklı bir aileden gelmektedir. Bu yüzden Aslı ilk olarak onun zengin başı buyruk gençlerden biri olduğunu düşünür. Murat ise Aslı’ya ilk görüşte aşık olmuştur ve onu etkilemenin yollarını arar. İmdadına Nazım Hikmet’in şiir yetişir ve Aslı da Murat’ın aşkına inanmaya başlar.
Zaman ilerliyor ve Murat Aslı ile Bursa’ya gider ve ailesi ile tanıştırır. Murat’ın ailesi gelenekle bağlı bir ailedir ve Aslı gibi bir kızı gelin olarak istemezler. Onların hayallerindeki gelin evinde oturacak, kocasına ve kaynanasına hizmet edecek biridir. Aslı onlar için okumuş ve entelektüel gelir. Bunun üzerine ikisinin aşkı karmaşık bir imkansız aşka dönüşmeye başlar.
Aslı durumun daha da ileri gitmemesi için Amerika’ya okuma bahanesi ile kaçmaya karar verir. Oraya gittiğinde de kendine yeni bir hayat kurmaya başlar. Murat ise Türkiye’de zamanını Aslı’yı özleyerek ve ailesini ikna etmeye çalışarak geçirir fakat pek başarılı olmaz.
Aslı Türkiye’ye dönmemeye çok kararlıdır ve bu uğurda en yakın arkadaşının nişanını bile iş bahanesi ile kaçırır. Fakat en yakın arkadaşından Türkiye ve Murat hakkındaki gelişmeleri de sürekli takip eder.
Murat’ın babası hastalanır ve bunun üzerine şirketlerin başına Murat geçer. Bunun üzerine Murat’ın annesi Murat’ın istedikleri gibi biri ile evlenmesi için baskılarını arttırır.
Bu sırada Aslı arkadaşının düğüne gelme baskısına daha fazla dayanamaz ve düğün için Türkiye’ye gelir. Tabi düğünde Murat ile de karşılaşır ve Murat onunla evlenmek istediğini bir kez daha Aslı’ya iletir. Aslı bu aşkın çıkmazda olduğunu ve Murat’a daha fazla umut vermemek için ona evlendiği yalanını söyler. Bunun üzerine Murat tamamen yıkılır.
Aslı Amerika’ya geri döndüğünde hayatına kaldığı yerden devam ediyor ve pek istekli olmasa da sonunda Amerikalı ile evlenip hayatına Amerika’da devam ettirmeye devam ediyor. Fakat evliliği umduğu gibi gitmiyor ve bir süre sonra boşanıyorlar. Bunun üzerine Aslı Türkiye’ye dönmeye karar veriyor.
Kader yine bir şekilde Aslı ile Murat’ı bir araya getiriyor. Eski arkadaş olarak birbirlerine hal hatır soruyorlar. Murat da evlenmiştir ve bir kızı olmuştur. Aslı, Murat için mutlu olduğunu belirtir fakat kızının adını öğrenince bir şok geçirir. Murat’ın kızının adı Aslı’dır ve Murat onu sürekli Aslı’m diye çağırır.
HASRET
Kavuşamayan aşklar her zaman okumaya değer hikayeler çıkartır ortaya. Canan Tan’da son kitabı Hasret ile Kurtuluş Savaşı dönemine gidiyor ve bir Türk ile bir Rum’un yaşadığı aşkı okurlarına aktarıyor.
Lozan Anlaşması ile birlikte göçe zorlanan insanlar arasında birbirine aşık iki genç vardır. Biri Türk diğer Rum olmasına rağmen birbirlerini sevmişler ve hayatlarını birlikte geçirmeye karar vermişlerdir. Fakat savaşın kötü yüzü onlarada yansımız ve kader aşklarını ayırmak zorunda bırakmıştır.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan Hasret kitabında Canan Tan Müslüman bir Türk genci ile Rum bir kızın aşkını savaşın kötü yüzünü de aktararak mükemmel bir aşk hikayesi anlatıyor.
Son zamanlardaki romanları ile herkesin beğenisini kazanan Canan Tan yine hislerinize hitap edicek bir eser ile çok satanlar listesinde yerini alacak gibi görünüyor.
Canan Tan’ın Hasret romanı okurlarına kavuşamayanların aşkını ve yıllara uzanan derin bir hasretin hikayesini sunuyor.
Tacettin 10 çocuklu bir aşiret ailesinin çocuklarından sadece bir tanesidir. Hem en küçük oğlandır hem de ailede bekar kalan tek çocuktur. Liseyi bitirmiş ve Devlet dairesinde çalışmaktadır. Boş zamanlarında ise iki yakın arkadaşı olan Aris ve Artin ile zaman geçirmeyi sever.
Hikaye Kırşehir’in Keskin kasabasında geçer. Buranın özelliği Müslümanlar ile Gayrimüslümanlar olan Rum ve Ermenilerin bir arada yaşamasıdır. Kader de Tacettin’in karşısına Rum güzel olan Patricia’yı çıkartır ve Tacettin ona aşık olur. Onlarınki bir anlamda yasak aşktır çünkü bir müslüman ile bir gayrimüslümanın bir araya gelmesi mümkün değildir. Tacettin derdini ilk olarak arkadaşları ile paylaşır. Daha sonra da cesaretini toplayıp ailesi ile paylaşır. Sonuç değişmez ve aile bu ilişkiye kesinlikle izin vermez. Fakat Tacettin aşkında vazgeçmez ve üstüne bir de Ali adında bir oğlu olur.
Tacettin ile Patricia’yı kimse ayıramaz fakat kader yeni bir oyun oynar. Lazon anlaşması ile Rumlar göç etmek zorunda kalır ve Patricia’da oğlunu alarak Yunanistan’a gitmek zorunda kalır. Tacettin aşkının ve oğlunun hasreti ile hayata tamamen küser.
Patricia ve oğlu Yunanistan’da fırıncılık yapan bir Türk’e sığınır fakat bir süre sonra Türk aile de Türkiye’ye göçe zorlanır. Aile fırını Patricia’ya bırakır. Patricia Türk kimliğinin daha fazla zorluk çıkartmaması için oğlunun adını değiştirir ve Türk olduğunu ondan gizler.
Tacettin de hayatına devam etmek zorunda kalır. Görücü usulü olarak başkası ile evlendirilir fakat kalbinden aşkını bir türlü çıkartamaz.
Tacettin’i aşkından ve oğlundan ayıran savaş yıllar sonra onların tekrardan bir araya gelmesine vesile olur. İkinci Dünya Savaşı ile Patricia’nın oğlu savaşa katılır ve yaralanır. Hastane odasını paylaştığı kişi ise Tacettin’in eski arkadaşı olan Aris’dir. Aris Tacettin’in oğlunu hemen tanır çünkü babasına çok benzemektedir. Ona tüm gerçekleri anlatır. İlk olarak kabullenemez fakat annesinin de doğrulaması ile babasını bulmak için yola koyulur.
PEMBE VE YUSUF
Canan Tan, Pembe ve Yusuf romanı ile yine okurlarını derinden etkileyecek ve onları göz yaşlarına boğacak bir hikaye ile kitapçı raflarındaki yerini alıyor.Canan Tan kitabın da adını oluşturan ve Pembe ve Yusuf adında iki kardeşin hikayesini anlatıyor. Birbirini çok seven ve birbiri için her şeyi yapmaya hazır olan bu iki kardeşin arasındaki bağı, hayat töre illeti ile sınıyor.
Günümüz Türkiye’sinde hala var olan ve kanayan bir yara gibi var olmaya devam eden töre bu kez Pembe’nin hayatına giriyor ve onun tüm hayallerini elinden almaya kararlıdır. Pembe’nin artık tek umudu vardır ve o da her şeyden sevip güvendiği kardeşi Yusuf’tur. İki kardeş ya var olmak için her zamankinden daha sıkı birbirlerine bağlanıp destek olacaklar yada Pempe’nin yok oluşunu izlemek zorunda kalacaklardır.
Pembe ve Yusuf Canan Tan’ın “Issız Erkekler Korosu” adlı kitabından tanıdığımız karakterler. Âdemoğlu Pansiyon’unun fasıl günü konuğuydu Yusuf. Fasıla katılan erkekler arasında en genç ve en dertli olanıydı. Yazar bu kitabında Yusuf’un hikâyesini anlatıyor:
Keder, ismini de veren kederli bir güne doğdu. Dedesi Hamdullah Bey’in bu dünyadan göçüp gittiği sırada açtı gözlerini dünyaya. Babası Servet dedesinin ölümünden onu sorumlu tuttu ve Keder koydu adını. Hâlbuki Hamdullah Bey zaten hastaydı. Keder’in iki kız kardeşten sonra erkek olacağı da babası için bir teselliydi ama kız olduğunu öğrenince Keder’i hiçbir zaman sevmedi. Keder’in kardeşleri Hacer ve Gülistan’a gösterilen sevgiyi hiçbir zaman göremedi. Zaten Keder’den sonra dünyaya gelen Hamdullah babasının bütün ilgisini ve sevgisini üstünde toplanmıştı.
Keder daha çocuk yaştayken babası onu apar topar evlendirdi. Salih Bey’in oğlu İsmail Keder’den birkaç yaş büyüktü. Daha yeni askerden gelmiş ve hemen Keder’le evlendirilmişti. İsmail’in babası ve ağabeyleri eşlerine oldukça iyi davranan kişilerdi. Ama İsmail onlar gibi davranmadı ve Keder’e hiçbir zaman değer göstermedi, sürekli dövdü. Keder bu duruma da alışmıştı. Babasından görmediği sevgiyi Salih Bey’den görüyordu. İsmail’in annesi de Keder’i diğer gelinlerinden ayırt etmiyordu. Evlenmelerinin üzerinden çok zaman geçmeden iki erkek çocuğu oldu. Büyük olana Nusret, küçük olana Nevzat adını verdiler.
İsmail babası ve ağabeyleri tarafından sürekli hor görüldüğünü düşünüyordu. Sürekli memleketini terk edip İstanbul’a yerleşmek istiyordu. Bir gün Keder’in İstanbul’da yaşayan ablası Gülistan’ı ziyarete gittiklerinde İstanbul’dan bir ev aldı ve bunu ailesinden sakladı. Babası Salih Bey’in ölümünden sonra ise annesine ve ağabeylerine durumu anlatıp kalan mirastan payını alarak İstanbul’a taşındı. Keder ailesini bırakıp İstanbul’a gitmeyi hiç istemiyordu ama İsmail ona fikrini bile sormamıştı. Kendi ailesiyle vedalaşmaya giden Keder babası Servet ile ilk ve son kez kucaklaşmıştı. Geç de olsa babasının desteğini hissetmişti.
İstanbul’a gittikten sonra İsmail, annesi ve ağabeyleriyle ilişkisini kesmişti. Kendine bir kahvehane açmış ve oğullarıyla birlikte burayı işletmeye başlamıştı. Keder ise bütün zamanını evde geçiriyordu. Uzakta olduğu için ablası Gülistan’a çok sık gidemiyordu. Yabancı şehirde tek destekçisi komşusu Fidan Abla’ydı.
İstanbul’a taşındıktan birkaç yıl sonra Keder bir kız bebek dünyaya getirdi. Pembe adını verdiği kızına sımsıkı bağlandı. Fidan ile birlikte kızını büyütüyordu. Bir süre sonrada Yusuf doğdu. Pembe ve Yusuf ağabeylerinin aksine annelerine çok değer verirler ve severlerdi. Keder artık onlar için yaşamaya başlamıştı. Ama aradan yıllar geçip de Pembe evlilik çağın gelince her şey değişti.
İsmail’in kahvehanesine gelen bir müşterisi Pembe’yi görmüş ve beğenmişti. İki çocuklu bu adam Pembe’yi babasından ister. Adamın maddi durumu da iyi olduğu için İsmail Pembe’yi verir. Ama Pembe başka birini sevdiği için bu adamla evlenmek istemez. Son söz yine İsmail’in olur ve Pembe’nin nişanı yapılır. Ama nişandan birkaç gün sonra Pembe sevdiği erkekle kaçar. Bunu duyan babası ve ağabeyleri Pembe’yi asla affetmez.
Sevdiğiyle kaçan Pembe’nin ise işler hiç de umduğu gibi olmaz. Kaçarak geldiği için sadece imam nikâhı kıyılır ve sürekli kaynanasından dayak yer. Aradan birkaç yıl geçer ve Pembe’nin bir oğlu olur. Oğlu doğunca nikâh kıyılacağını düşünen Pembe bir kez daha hayal kırıklığına uğrar çünkü kocası başka bir kadınla nikâhlanır. Bunun üzerine Pembe soluğu babasının evinde alır. Pembe’yi gören Keder hem mutlu olur hem de İsmail’in yapacaklarından korkar. İsmail ilk zamanlar çatı katında durmasına izin verir. Ama başkalarından laf duymaya başlayınca aile meclisinden karar çıkar ve Pembe’nin öldürülmesine karar verilir. Bu iş ise en küçük olduğu için Yusuf’a bırakılır.
Yusuf çok sevdiği ablasını öldürmez. Ama babasının ve ağabeylerinin onu rahat bırakmayacağını bilen Pembe kendi canına kıyar. Pembe’nin cenazesinden sonra Keder Yusuf’a biraz para verir ve ailesinden kaçıp kurtulmasını ister. Annesinin sözünü dinleyen Yusuf evi terk eder. İlk konakladığı yer ise Âdemoğlu Pansiyon olur.